Müslüm'den çıktık yola Pink Floyd’da verdik mola
“Görünüm ile öz aynı olsaydı bilime gerek kalmazdı”, K. Marx
Levent Özbek
Müslüm Baba, 3 Mart 2020 tarihinde öldü. Bizim orada ölenin arkasından konuşulmaz. Bu yazı Müslüm ölmeden iki sene önce yayımlanmıştı (Koridor Kültür Sanat Edebiyat Dergisi Sayı 19, 2011)
İtirazım var
“İtirazım var değişmez yazıma
İtirazım var bu dertli şansıma
Sevginin sahtesine
Hayatın cilvesine
Dertlerin böylesine
İtirazım var
Yalan dolu gözlere
Durulmamış sözlere
Dost olmayan yüzlere
İtirazım var”
Kaderi ben mi yarattım…
Bir ulusun yakın tarihine bakılırken sadece siyasi ve iktisadi ilişkilerinin ele alınması kolayca yanılgıya düşme olasılığını arttırır. Yaşımız ve hafızamız elverdiğince kendi dinlediklerimizden ve burnumuzda kalan kokulardan yola çıkıp bir-iki tahlile varmak elbette bize düşmese de, kulağımızda kalanların hatırına sosyo-politik iki kelam etmek de hakkımız olsa gerek.
Çocukluğumuzu ilk gençlik yıllarımızı Müslüm’ün jiletçilerine komşu olarak geçirdik. Her ne kadar üzerimize kan sıçramamış olsa da, ortamın kan revan içindeki durumu kendi halinde bir ovayı dolduracak düzeydeydi. Çaresizdik. Dünyanın döndüğünden bile haberimiz yoktu. Her şey kaderimizdi, zaten başka ne yapabilirdik ki?
Şimdiki tv, cd, bilgisayar vs. gibi teknolojik araçların olmadığı bir ortamda, bulabildiğimiz bir teyp ve kasetle bağlamayı elimize alır harıl harıl kasetteki şarkıları çıkarmaya çalışırdık. Sonra bir elektro-bağlamayla sıcak yaz akşamlarının kenarında tüm mahalleliye o şarkıları çalardık. Aslında, yazıya hafızamızı daha çok katabilmek için eskiden zar zor bir teyp bulup dinlediğimiz “Esrarlı Gözler” albümünü mp3 formatında dinleyerek başlasak fena olmayacak. Daha çok havaya girmek adına da, Müslüm zamanlarında kaçak satılan, o filtresi yaldızlı sigarayı içerek devam etmek daha sağlıklı bir yolda ilerlememizi sağlayacak. Çünkü Müslüm bu ülkede ne kadar gerçekse yazıya da o kadar sinsin istiyoruz. Ve tabii ki, bu yazı o zamanlar yazılsa kullanılan kavramlar ne kadar farklı olurdu, bunun hesabını da siz yapın.
Unutmuş olsak da, bir beşikte anasının ninnisi eşliğinde bizim yaşımızdakilerin çoğu sallanmıştır. Müziğin beynimize kazınıp nöronlar arasında patika oluşturması bu zamanlara denk gelir. Hep bir görüntüyü-bir anıyı ya sesle ya da kokuyla anlamlandırmamız ve bilincimize çıkarmamız da belki tam da buna denk geliyordur. Hem o koruyucu sesin etkisi hem de etrafımızdakileri anlamlandırma çabası içinde bilindışımızın oluşmasının ilk tohumları atılmaya başlamış olur (Freud’çu yaklaşımlar her ne kadar bunu beğenmeseler de yavru önce karnını doyurup sütü emmek, güvende olmak ve ninni-fısıltı duymak ister). Ninni, belki de o ağaçlardan temkinli biçimde sakınarak inip, yerde karnını doyurarak dolaşıp, tekrar tekrar ağaca çıkıp, korkudan uyumak için yavrunun anasının koynuna sarıldığındaki fısıltılara denk gelir, kim bilir? Bunu da evrimsel psikologlar araştırsın, her şeye gücümüz yetmiyor. Artık bilgi paramparça olmuş, neresinden tutsan elinde kalan bir yalnızlık sadece.
Kaderi ben mi yarattım? Bunu kim araştırır ki? Olsa olsa şairler ve Peygamberler. Bunu da naçizane onların yüreklerindeki seslere bırakalım. Şarkı şöyle biter;
“Ben de usandım kendi halimden
Sebebini bilmem kimin elinden
Korkum kalmadı artık ölümden
Eceli ben mi yarattım”
Tanrı istemezse yaprak düşmezmiş
Böyle başlar Müslüm’ün o meşhur şarkısı. Sonra da bizi ağlatır; Tanrı’nın varoşları terk edip gittiği boşlukta. Jiletçiler, çalıştıkları sanayi sitelerinde “Kaderi Ben mi Yarattım?” şarkısını dillerinden eksik etmezken. Öbür tarafta anasından doğarken ağlamayı unutmuş çocuklar, kaderlerine boyun eğmeden gözbebeklerindeki terlerini silmeye devam ederler. Beyin bu ya işte, göründüğü gibi kendini kendine saklamaz. Kendince kendine işkence yapanlara bile dayanamayan sistem yürütücüleri Müslüm’ün fanatiklerini de ehlileştirebilmek için, anasının karnından reklamcı olarak doğan işbirlikçilerinin kucağına adı sanı bilinen şairleri ve şarkıcıları koyuvermekten de sakınmaz. Onlar da suça iştirak etmenin sözde entelektüelliğini pek de güzel bir biçimde, ellerinden geldiği ölçüde yaparlar. Nasılsa onlar şairdir-şarkıcıdır-bestecidirler, yani neredeyse Müslüm’e bale bile yaptıracaklardır. Gerçi öyle ya Tanrı istemezse yaprak düşmezmiş…
İtirazım var
“İtirazım var değişmez yazıma
İtirazım var bu dertli şansıma
Sevginin sahtesine
Hayatın cilvesine
Dertlerin öylesine
İtirazım var
Yalan dolu gözlere
Durulmamış sözlere
Dost olmayan yüzlere
İtirazım var”
Ekmeğe ihtiyacı olanlar terk etmişlerdir artık, itiraz etmekten vazgeçip ihtiyaç dillendiren o yürek seslerini. Peki, bunun sorumlusu kim? Daha dün jiletçilere tu kaka diye dudak büküp yüzlerine bakmayanlar, mahallelerine ayak basmayanlar, korkanlar, orda-burda Müslüm’ün şarkılarıyla önlerinde duran içkilerini midelerine boca etmektedir şimdi. E hani! Pink Floyd nerede? Asıl bunu aramak gerekli sanki.
“Ölüyorum Kederimden” şarkısında Müslüm en isyankâr halini sözlere vurur, muhteşemdir. Yüreğinizi elinize alıp atıvermek gelir içinizden. Şimdiki durumunu çok önceden görmüş gibidir.
“Ölüyorum kederimden
Ölüyorum kederimden
El içine çıkmaya yüzüm kalmadı
Ömrüm hiç gibi geçti
Derdin ne diye soran olmadı
Çaresizlik içindeyim
Karanlık dünyama
Işık tutan olmadı.”
İktidarlar, sistematik bir biçimde, hem de akıl almaz yöntemlerle, çok da kafaları çalışıyormuş izlenimi vererek, hep başımıza vururlar – buldukları en küçük çakıl taşıyla dahi. Güçlerini pekiştirmek ve mücadele edenleri yok etmek için şeytanın bile düşünemediği yöntemleri uygulamaktan çekinmezler. En büyük araçları düşünce üreten sözde aydınları, yapageldikleri saldırıları meşrulaştırmak ve karşıdakini dumura uğratmak için kullanmalarıdır. Bu tarihin tüm derinliklerinde kokusunu burnumuza vurur ama beynimiz karşılıklı ilişkileri hemen algılayamadığından onların esiri olmaktan kurtulamaz.
Onlar kimi zaman tarihin akışına göre zorbalık yapar, kimi zaman da sevecen davranabilir. Zorbalık dönemlerinde akıl almaz yöntemleri uygulamaktan bir adım çekinmez ve öldürür, sakat bırakır, yaralar. Bunun yetmediği zamanlarda da en küçük karşı duruşu midesinde sindiremez ve kusmaya başlar. Mücadele devam eder, tarih geri döndürülemeyecek şekilde belleklere kazınır. Ki zaman denen kavram insanlık tarafından gökyüzüne kazındığından beri, kas denen sadece kan pompalayan kalbimiz artık bir yürek haline geldi ve yüreğin nefes alışlarını da artık hiçbir güç engelleyemez.
Neyse ki barajı aşabilen, az bulunabilen insan dostları sayesinde gözlerimiz güneşe çevirebilecek kararlılıkları kalbimizin derinliklerinde yatan yüreğimizde hissedebilme olanağına şahit olduk gördüklerimiz ve duyduklarımızla.
Bu topraklardan fışkıran her şiir kanattı; damarlarımıza akagelen kanın geri dönmesini bilmeden… Genetik bir DNA kodlaması gibi tırnaklarımıza kazındı. Ya şiir yazdılar onlar ya da şiirin ötesine geçtiler yaptıklarıyla. Kaderimiz kendi elimizdeyken savrulduk kimi zaman kayalıkların en arka tarafına. Kimseden medet ummadık ve mücadeleye devam etme şuurunu saç tellerimize bile yazdık. Annemizin sütünü emdik memelerinden kanatarak, karşı durmazsak bu süt haram olacaktı bize, mezarlarımıza rahatça giremeyecektik.
Ve bu yazıyı, Müslüm’ün ismi aklımıza gelmeyen bir şarkısının şu can alıcı dizeleriyle sonlandırmak yeterli olacaktır.
“Sonu ölüm olsa da
Bitmezse bu meçhul yol
Sen bende bir mabetsin
Elde ne olursan ol.”
İlk yayın tarhi:
“Müslüm’den Çıktık Yola Pink Floyd’da Verdik Mola”, L. Özbek, Koridor, Yıl 5, Sayı 19, 2011, Sayfa 2-3.
Müslüm öldükten sonra başka dergilerde de yayımlanmıştı. Daha sonraki yıllarda “arabesk müzik” üzerine yapılan Lisans Üstü tezlerde Müslüm Baba’dan söz edilmeden geçilmemiştir.